Son güncelleme 18 Nisan 2024 - 12:23
31 May 2017 Konuk Yazar, Köşe Yazarları, Sürmanşet 0
( 2 ) “Jan Hendrik van den Berg şöyle yazar: Şairler ve ressamlar doğuştan fenomenologtur. Hayalgücü, sergilediği capcanlı eylemlerle bizi geçmişten de gerçeklikten de koparıp alır. Kapılarını geleceğe açar. Hayal etmeden nasıl öngörebiliriz ki?” diyor aynı kitapta Gaston Bachelard (s. 20-27)
Hiçbir zaman Fransa’yı terk etmemiş veya bir vahşi orman görmemiş olmasına rağmen, en ünlü resimleri vahşi orman resimleridir Henri Rousseau’nun. Şöyle dermiş: “Seralara girip egzotik diyarların yabancı bitkilerini gördüğümde, sanki bir rüyaya girmiş gibi oluyorum.” Lise yıllarında ders kitaplarımı tablo imitasyonlarından kaplamaktan hoşlanırdım. Defter kapaklarımdan bir tanesi de Henri Rousseau’nun 1910 yılında yaptığı “Negro Attacked” (Jaguar saldırısı) tablosu idi.
Ya zakkumlar. Mis kokularıyla rengarenkler. Pembe hayaller gibi. Geçen yıl yaya yolunu yapınca kaybolup gitmiş zakkumlar da. Şu Küçükkumla’ya da keşke bir ressam eli deyse diyorum.
Ancak bugün (Mehmet Aksoy heykeli örneği) ülkede egemen olan sanat anlayışıyla geleceğe bakışın ipuçları veriliyor aslında. Küçükkumla’ya da yansıyor bir şekilde. Yazları yaşamaya başladığım bu beldenin hemen girişinde Tankut Öktem’in de bir heykel atölyesi bulunur. Ölümünden sonra kızı Oylum Öktem İşözen atölyeyi yürütüyor. Küçükkumla’ya girişinizde sizi ilk karşılayan bu heykeller olur. Heykellerden birisi de Zeki Müren’in heykelidir (aynı heykelden şimdi Bodrum’daki evinin bahçesinde de vardır bir tane)… Atatürk’ün, İnönü’nün heykelleri ve daha birçok heykel bulunur. Oylum Öktem İşözen atölyenin başına gelenleri heykellere saldıranları üzülerek anlatır…
“Bir kasabada günlerce kalırsınız. Belediye parkında oturmaktan, derenin kenarındaki gazinoda gazoz içmekten, belediye meydanındaki çok katlı iki üç binayı görmekten içinize sıkıntı çöker. Tozlu yollarda geçen şehirlerarası otobüsler bile bir yenilik getirmeye başlar size.” (Oğuz Atay, Tutunamayanlar, 61. Baskı, s. 574)
Küçükkumla’daki akşam yürüyüşleri de meşhur. Sıkılan kendini sahile atıyor. Akşam saatlerini iple çekenler de vardır. Kim bilir? Sahil yolu yer yer çay bahçeleri, çay ocakları, lokanta ve balıkçı dükkanlarıyla vs. kaplı ama en çok da butiklerle dolu. Buna ek birçok süpermarket ve küçük bir de “Halk Pazarı” var. Alışveriş 20:00 gibi canlanıyor…
Yıllar önceki 25 Ocak 2005 tarihli gazeteden bir haber başlığı: “Marmaris’te kitapçıdan eser yok. Butikler her yeri işgal etti.” Marmaris Belediyesi’nin yaptığı bir işyeri taramasında hiç kitapçı olmadığı saptanmış. Bar ve cafeler, konaklama tesislerinin ve restoranların yoğunlukta olduğu ve toplam 3 bin işyeri bulunan Marmaris’te bir tek kitapçının olmaması hayli ilginç değil mi?
Aynı yılın sonundaki başka bir haber ise (8 Aralık 2005) vak’aya ışık tutar nitelikte: “Bu ormanı yok edip golf sahası yapacaklar.” Antalya Manavgat Sorgun çamlığına golf tesisi yapılmak istenmesine karşın sivil toplum üyeleri ormanın yok edilmemesi için karşı olduklarını ifade eden dosyayı başbakanlığa göndermişler…
O günden bugüne yıllar geçti, durum ne kadar değişti bilmiyorum. Geçen yaz Küçükkumla’da da daha ilk günlerde benzer hayal kırıklığını yaşamıştım; Kumla’daki yazlığı bana satan emlakçı gence “Burada rahat kitap okuyabileceğim bir mekan var mı?” diye sormuştum. Sadece B.Kumla’daki küçücük bir parkı tarif edebilmişti. Oysa 1-2 kitabevi olmasına ve kitapçıya ilgi de gösterilmesine rağmen parkta başta 1-2 bayan dışında hiç kitap okuyana rastlamamıştım. Gerçeğin nedenini ancak sezon sonunda anlayabildim. Onu da anlatayım.
Fransız sosyolog Pierre Bourdieu insanların birbirleri üzerinde egemenlik kurmak için elde etmeye çalıştıkları sermayeyi ekonomik (maddi), toplumsal (sosyal) ve kültürel (eğitim yoluyla kazanılmış) sermaye olmak üzere üç türe ayırmıştı. Kültürel sermaye Bourdieu’ya göre kişinin entelektüel birikimidir. Bourdieu bunların pratikte yansıyan toplamına ise “Simgesel Sermaye” demişti. Tanımladığı başka bir ünlü kavramsa “Simgesel Şiddet”ti. Simgesel şiddet ise varolan düzenin (iktidarın) yeniden üretimi ve devamını sağlamak için uygulanan fakat fiziksel şiddet içermeyen baskı biçimi…
Birçok kitap okudum geçen yaz o parkta ve aynı banklar üzerinde. Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ını, Melih Cevdet Anday’ın “Aylaklar”ını, Demirtaş Ceyhun’un “Entelektüel’den Entel’e”sini, Jean Paul Sartre’ın, “Aydınlar Üzerine”sini, Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ını…
“Herkes bir köşeye oturmuş. Kimse kimseyi rahatsız etmiyor. Böyle kaç yer sayabilirsin bu şehirde?” (Oğuz Atay, Tutunamayanlar, 61.Baskı, s. 539)
“Mikro Faşizm” ya da Mahalle Baskısı, dışlama, zorlama, yaptırım amaçlı toplum içinde kendinden farklı kesimlere uygulanan baskı biçimlerini ifade ederler. Biz Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” kavramını tartışmıştık konuşmuştuk hep. 1981’de kullanılmış ilk kez mahalle baskısı kavramı “Türkiye’de Din ve Laiklik” adlı bir makalede… Oysa sıradan ya da mikro faşizm gerçeği de vardı… Sıradan faşizmin tarifini de Tanıl Bora Birikim dergisinde yapmış ilk defa. Bora ise sıradan faşizm kavramı yerine kullanarak günlük ilişkilerde kendini dışa vuran baskı şeklinin en tehlikelisi olduğunu belirtmişti. Bachmann Sorunsalı’na (çekip gitme isteği) da adını veren şair yazar İngeborg Bacchman’ ın üzerinde bilhassa durduğu kavramlardan birisidir mikro faşizm:
“Faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. Faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar… ve ben anlatmak istedim ki, savaş ve barış yoktur, hep savaş vardır…”
Daha önce de bir şeyler okumuştum hakkında Malina’nın… Sonra geçen yaz bu parkta romanın tamamını okudum… Yazlıktaki banklar üzerinde ve yanımda o parkın müdavimi olan sevimli bir kedinin eşliğinde. Sıradan faşizmi de bu sözlerle anlatıyordu Bachmann…
Bunlardan bilhassa niye bahsettim. Yukarıda anlatayım demiştim ya. Kumla’da gün içindeki programımın akışı pek değişmezdi. Sabah kahvaltısından sonra o gün okuyacağım kitabı çantama koyar evden çıkardım. Son durağım B.Kumla Köyü. Genellikle önce köy kahvesinde anıt çınarın yanındaki masalardan birisine oturur çay ve soda içerdim. Oradan da Ali Sevinç Parkı’na geçerdim. Her gün öğleüstü sıcakları bastırana kadar bu böyle sürer giderdi. Ta ki motosikletli birkaç gencin yanıma sokulup motor gürültüsüyle beni taciz etmesine kadar. Bu tacizler neyse ki sezon sonuna denk gelmiş oluyordu. İşte aynı parkta okuduğum Malina da böyle… Buna denk gelmişti. Küçükkumla için adeta seferberlik ilan eden belediyeler demek ki sıra Büyükkumla’ya gelince es geçmişti…
“Biraz deniz kenarı biriktirdim, biraz sessizlik, rüzgara sözüm var.”
(İlhan Berk)
Çadırıyla gelen üniversiteli iki genci de o zaman tanıdım. Şık bir minik çadırın parçalarıyla ufak bir tatil kaçamağı yapmaya karar vermişler gibiydiler. İki arkadaş ya da iki kafadar. İkisi de çekingendi. Baktım ki bu gençler zor durumda ben de hemen çemirledim ve çadırı kurmalarına yardım ettim. Sonunda çıka çıka bir çenge ortaya çıktı. Yani derme çatma bir çadır. Burak ile Şafak (ya da bana kendilerini öyle tanıttılar) inanın belki de hayatlarındaki en güzel 2 günlük tatili yaptılar orada. Ertesi gün parka geldiğimde denizde hem sohbet ediyor hem de birbirleriyle şakalaşıyorlardı.
Gençlik öyle bir yazdır ki
Ne yurt ne ev ne oda
Yalnızca gökyüzü
Yeter insana
(Haydar Ergülen)
Kumla’nın en güzel köşelerinden biri Ali Sevinç Parkı’nda oturmuş etrafı seyrederken pikniğe gelmiş çocuklardan biri eline konmuş bir böceği annesine gösteriyor; küçük çocuk avazı çıktığı kadar “böcek anne bak böcek” diye çığlık atarken benim de o anda sevinçle “böcek böcek” diye bağırasım geliyor…doğayı ne kadar seviyorum börtü böceğiyle… “Hiç böcekten korkulur mu?” diye bağırıyor yaşlı bir adam…
Çocuklar ve yaşlılar… Hele hele ki çocuklar… Küçükkumla onlara çok daha güzel… Biri bana bir balkondan tükürüp içeri kaçan afacan… Diğeri Annemle Küçükkumla’da dolaşırken belki de ikimizden birinin kafatasını yarıp geçecek 1 kg lık bir dirhemi pencereden sokağa fırlatan cinai bir vak’anın müsebbibi olacaktı yaramaz… Hepsi şaka gibi ama gerçek. Geçen yaz Kumla’da yaşadıklarımız inanın aslında biraz facia, biraz korku filmi gibiydi.
Bulut mu olsam, gemi mi yoksa? Balık mı olsam, yosun mu yoksa?.. Ne o, ne o, ne o. Deniz olunmalı, oğlum, bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla. |
(Nazım Hikmet)
Gemlik-Narlı arası halk otobüsleri gider gelirler. Gemlik-Küçükkumla arası 8 km. dir Küçükkumla’dan ötesi Narlı arası da 8 km. Küçükkumla sahili topu topu 1-2 km. Geçen yaz ben de kafama estikçe değişiklik olur diye hepi topu 3-4 kez en fazla 15 km sahilde gidip geldim. 2’si Küçükkumla’dan Narlı’ya yaya olarak. Yöredeki ünlü dondurmacının Küçükkumla’dan sonraki bir şubesi de Narlı’da. Burada görevli genç bunu öğrenince şaşırıyor. Çünkü yol yürüyüş için müsait değil. Bana kalsa Gemlik-Armutlu arasını da yürürüm. Tam 35 km. Ne var ki işte yol müsait değil. Küçükkumla ve Narlı sahilini boydan boya kaldırımla kaplatan belediye Küçükkumla-Narlı arasındaki güzergaha bir yaya yolu yapmayı akıl edememiş!
Gemlik ve Trilye’nin zeytinleri, Karacaali’deki fıstık çamları ve Narlı’ya adını veren Nar yemişi… Narlı balıkçı barınağı ve deniz feneriyle de dikkat çeken bir balıkçı köyü idi. Şimdi yenilenen o görkemli camii minaresiyle de dikkati celbediyor, reklamı yapılan tesisle de. Peki bu şatafatlar niye? 9 Eylül 2011 tarihli Gemlik Körfez gazetesinde yayınlanan bir haberde yöredeki gazetecilerden Kadri Güler açıklıyor:
“Bu tesisin bulunduğu koyda özel yazlık konutlar var. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş‘ın da burada bir konutu var. Kadir Topbaş’ın orada olması, Oba Sitesi’nin bulunduğu bölgeye hizmetin de gelmesine kolaylık sağlamış. Topbaş’ın Narlı Köyü’ne de büyük yararları dokunmuş. Narlı Köyü’nün iskelesinin yapılması, yeni çeşme, sahil yolunun asfaltlanması Topbaş’ın yüzü suyu hürmetine yapıldığını sanıyorum.”
Tesis denilen Karacaali’deki izci kampının hemen yanındaki bir koyun sosyal tesis adı altında otel yapılıp halka kapatılmasıydı. Yani Bursa Büyükşehir Belediyesinin Narlı’daki tesislerinden bahsediyorum. Günlüğü 80-100 liraya önceden rezerve edilen bir yerden sosyal tesis diye söz etmek mümkün olabilir miydi?
Son yılların en itici sloganlarından biri şu “Cazibe merkezi olacak” sloganı. Özellikle belediyeler çok sık kullanıyor bunu. Bırakın o yer cazibe merkezi olmasın ve doğal kalsın. Sizin cazip dediğiniz şey belki başka biri için öyle değildir; ya asfalt, ya cam, ya beton ya da demirdir. Gemlik’e bağlı Karacaali’deki İzcilik Kampı da cafe, restoran ve toplantı salonundan oluşan tatil köyüne dönüştürülüyormuş… Öte yandan büyükşehir belediyesi Bursalıların doğal güzelliklerden, denizden yararlanacağını iddia ederek 55 odalı 150 kişinin konaklayacağı “ayrıcalıklı” bir tatil köyü inşa ediyormuş!
Gemlik ilçesi ile arasında sadece 8 km. lik kısa bir mesafe olmasına rağmen Gemlik ile Kumla’nın ambiyansı çok farklıdır. Gemlik kendi sanayii için bir banliyösü iken Kumla Marmara Bölgesi’nin bir sayfiyesi hatta Ankaralısı, Eskişehirlisi için de bir tatil yeri sayılır. Kıyılar apartmanlarla çepeçevre çevrilince Kumla’daki bu yağmadan da kazançlı çıkanlar hanımağa dedikleri olmuş. Çünkü vakti zamanında erkek kardeşlerine zeytinlikler verilirken kıyılar taşlık, kumlu ve verimsiz diye çeyiz olarak kızlara taksim edilmiş.
Büyükkumla köyü ise deniz kıyısında olmasına rağmen denizle neredeyse iç içe. Ancak köyde günlük yaşam pek değişikliğe uğramamış. Birkaç (esnafa göre yaz 2) aylık yazlıkçı uğrağında alışveriş canlanıyor, esnaf kazanıyor. Köylüler de bu kalabalıktan incir, zeytin ve zeytinyağı gibi yöresel ürünler satarak istifade ediyor. Balık satışını ufak kayıklarıyla sahilin uygun yerlerine yanaşarak bizzat kendileri yapıyor.
( 3 )
Küçükkumla köyü 3 km içeride demiştik. Bütün yaz boyu adını duyduğumuz köylerle balkonumuzdan seyrettiğimiz zirvelere doğru kısa bir tur düzenlemek istiyoruz. İlk durağımız Küçükkumla köyü. Köylüler bizi iyi karşılıyor. Köy kahvesine oturuyoruz. Çaylarımızı yudumlarken ilk dikkatimizi çeken görmeye asmalar gibi alışık olmadığımız kivi ağacı. Meyveleri de gel beni ye dercesine tepemizden başımıza sarkıyor.
Köyde geleneksel Türk tipi eski evler ve oldukça gösterişli kubbeli eski bir hamam var. Bu yapı bana başka bir Rum köyü olan Özlüce’deki kaderine terk edilmiş kilise’yi anımsatıyor. Bence bu tip yapılar Vakıflar ya da devlet kurumları tarafından sadece onarılmalı tescil edilmeli ve sonra da köylülere teslim edilmelidir. Bir kültür merkezi olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledim. Dernek, kooperatif, kahvehane, düğün salonu, okul, derslik, her ne için bir şekilde böylesi tarihi yapılar kullanılmalı ve yaşatılmalıydı. Ben eski evlerin fotoğraflarını çekerken Küçükkumla köyünde tanışıp konuştuğumuz bir köylü dertliydi: “Sahili çok daralttılar” diyordu…
Tatil yörelerinde pek görmeye alışkın olunmayan ancak Kumla’da sezon boyunca sürdürülen bu inşaat çalışmaları bir şeye değdi mi peki? Sahildeki arazileri dönüm dönüm satmaktan öte. Kumsala yayılan şezlong ve çadırları kiraya vermekten başka… Belediye başka ne yapar?
Plajı satmak veya kiralamak denizi halktan soyutlamaktır. Kumsala yıllar önce oturtulmuş apartmanların alt katlarını adeta dalgalar yalıyor. Birinin bodrum penceresinden içeri göz attığınızda şaşıp kalırsınız. Güneşlenmek için kullanılması gereken kumsal bu binaların bodrum katlarına hapsedilmiş. Hem bu apartmanlarda yaşamak da büyük cesaret…
“Belli mi olur ne zaman değişeceği denizin.”
(Semonides)
Köyden ayrılıyoruz. Zirveyi görebilmek için mümkün oldukça nasıl ki dağdan uzaklaşmak gerekirse “Dağlara çıkmayan uzakları göremez” diyor ya bir Çin atasözü tepelere doğru uzanıyoruz. Tepelere uzanan dolambaçlı yol ise bitmek bilmiyor. Küçükkumla’dan yamaçlara doğru çıkıldıkça soğuğa pek dayanıklı olmayan zeytin ağaçlarının da seyrekleştiğini yerini makilere bıraktıklarını görüyorsunuz. Isı rakım yükseldikçe nispeten düşüyor ve hava birden birkaç derece soğuyor tabi. Zirveye ulaşıyoruz. İnsanlar buralara da el atmış birkaç tesis ve düzlük bir alanda meşelik içinde de bir piknik yeri var. Zirve seyir terası gibi. Aşağılara bakınca yazlıkçıların da zeytin ağaçlarının yetişmesine uygun ılıman bölgeleri ne kadar işgal ettiğini görüyorsunuz…
Eski filmlerdeki siyah beyaz fotoğraflardaki Gemlik’in ya da ortaçağdaki adıyla Kios ya da eski adıyla Gemilik’in güzelliğinden eser bırakılmamış. Gemlik’i güzelleştirmek adına betonlaştırmak “Gemlik’e doğru denizi göreceksin sakın şaşırma” diyen Orhan Veli’ye nazire yaparcasına beton görüntüsü çıkarı vermektir karşınıza… Homeros “sıvı altın” dermiş ya zeytinyağına lime lime kesilmekte o altın damarlarımız… 1971 de çekilen “Ah Bir Zengin Olsam” cıvıl cıvıl renkleriyle eski evleriyle hayal perdesi gibi. 1962’de Gemlik’te de çekilmiş “Gurbet Yolcuları”nın manzarası eşliğindeki o dokunaklı “Göçmen Kızı” türküsünün sözleri geliveriyor aklıma:
Ben bir göçmen kızı gördüm Tuna boyunda
Elinde bir besli kuzu hem kucağında
Doğru söyle göçmen kızı annen var mıdır
Ne annem var ne babam kalmışım öksüz
Sen bir öksüz ben bir garip alayım seni
Alayım da gizli yerde sarayım seni
Telgrafın tellerinden haber var mıdır
Ne haber var ne mektup kalmışım öksüz
Memduh Ün, “Sinemaların üzerindeki büyük afişlere ‘fener’ denirdi eskiden” diyordu Pınar Tınaz Gürmen’e (Türk Sinema ustalarından Sinema Dersleri, İnkılab Kitabevi, 2006). İşte ben bu fenerlerden geçerken gördüm. Küçükkumla’da “Cinema Venüs” adında 1 tane sinema var. Başka birine daha rastlamadım. Olmamasından iyi, küçük ama şirin…
Günümüzde giderek tatil ve dinlenme gibi aktiviteler için geliştirilen sunum (konsept) oteller, kruvaziyer gemiler, butik oteller, tatil köyleri ve benzerleri tatil anlayışlarını farklı konumlara taşıdı. Tatil artık deniz, güneş ve kumsaldan ibaret değil kimine göre. 3e dedikleri eğitim, eğlence ve heyecan gibi işlevler de aranıyor. Hem konfor hem de hizmet bekleniyor.
Rant değeri yüksek (alışveriş ve ticaret merkezlerine, eğitim kültür ve ulaşım olanakları gelişmiş bölgelere yakın) diye kullanım ömrü dolmadan yıkılan binalar ülke ekonomisine de sosyal ve ekonomik maliyetler yükler. “Demek elli yılda bir evler, kuşaklar ve anılar değişiyor. Yaşamak böylece al baştan mı ediyor? Hayır değişerek sürdürüyor kendisini.”diyordu Melih Cevdet Anday (Aylaklar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1.Basım, s. 202).
Ne diyordu Yunan yazar Kozmas Politis, “Zaman, eline geçen her şeyi mahveden gözü dönmüş insanoğlunun yanında çaylak kalır.” (Yitik Kentin Kırk Yılı, Belge Uluslar arası Yayıncılık, 1994, 2.Baskı, s.41) Ne yazık ki Türkiye ile gelişmiş dünya ülkeleri arasında kentleşme konusunda çok farklı bakış açısı bulunduğunu yazan iki köşe yazısı okumuştum. İlkini Oktay Akbal Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde yazmıştır. Akbal’a göre Avrupa’da tarihsel doku korunuyor, kentler ise dışarıya doğru gelişiyordu. Ancak bizde tersineydi. Oray Eğin ise Akbal’dan yıllar sonra benzer konuyu ele alıyor İsrail’le Türkiye arasında bir karşılaştırma yapıyordu. Eğin’e göre İsrail’deki resmi binaların korunmuş eski yapılar olmasına karşılık çalışanların temiz giyimli insanlar oldukları vurgulanıyordu. Ancak bu da bizde tersineydi. Aslında her iki yazı tarihe ve insana verilen değer üstüne dikkat çekmek için kaleme alınmıştır. Bu iki yazıyı anımsayınca, son yıllarda yaşanan doğa katliamları ile ilgili haberleri okudukça insanın “inşaat fakültelerini kapatın, yerine tarım, deniz, orman okulları açın” diyesi geliyordu…
Geçtiğimiz günlerden birinde yıkılıp yeniden yapılmakta olan Çevre ve Şehircilik Bursa İl Müdürlüğü’nün inşaatının yanından geçiyordum. Bir tarafta mesaisi biten işçiler toplanmış, mesaisini tamamlamış Yapı İşleri Müdürlüğü bürokratları da yollara dökülmüşlerdi. İster istemez gereksiz bulduğum yıkım ve mahalleyi duvar gibi kapatan yeni inşaat üzerine serzenişte bulunuyorum. Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü çalışanlardan biri konuşmamızı duymuş olacak ki bana bakıp gülümseyerek “Yenilemek iyidir” diyor. Yazık, kalan kısmını belki bahçeli lojmanları da yıkacaklarını da öğrenmiş oldum ondan. Birilerinin kazanç elde etmesi için iş çıkarıldığını söyleyince de “Maliyetler bir türlü düşmedi.” diyordu…
2016 yazında Kumla’dan Gemlik’e halk otobüsüyle dönüşüm sırasında bir vatandaşın çevrecilerle ilgili bir veryansınına da tanık olmuştum. Çevrecileri devletin işine karışmakla itham ederek yazlık konutlarda oturan vatandaşları kastederek şikayet etmeye hakları olmadığını ima ediyordu. Haklı mıydı tabi ki hayır çünkü o sıra yörede henüz maden faciasının acıları sürerken Soma Yırca’da temel geçim kaynağı zeytinliklere kurulması planlanan bir tesis için 6 bin tane asırlık zeytin ağacı bir gecede yerinden sökülüyordu…
Sadece Soma’da mı? Bodrum’da, Manisa’da, İskenderun’da, daha birçok yerde benzer şekilde zeytin ağacı katliamı sürüyordu…
Gemlik Körfezi boylu boyunca zeytinliklerle kaplı ve yemyeşildi bir zamanlar. Tabi ki (Gemlik Sunğipek Fabrikası Asım Kocabıyık) üniversite yerleşkesine dönüşen kısım hariç bırakılırsa Gemlik’ten Kumsaz’a kadar olan bölge yıllar önceden fabrikalarla dolup taşmış sonra Serbest Ticaret Bölgesi olmuştu. Rıhtımına yanaşmak için açıklarda bekleşen konteynırlar ve diğer yük gemileri ise artık körfezin değişmeyen manzarasından bir parça.
Ne var ki denizin kuşları martılar, karabataklarla, tepelerde tek tük kalmış zeytinliklerle de olsa bütün çirkin ve düzensiz yanlarına rağmen körfez yine de doğaseverlere yazı iple çektiği güzellikleri sunmaya devam ediyor. Siz bu satırları okuduğunuzda belki ben de balkonumdan zeytinlikleri sonra sahile yürüyüp denizi seyre dalmış olacağım. Belki bu yıl, belki son defa…
İnsan ayrılırken
fırlatmalı şapkasını denize,
içinde yaz boyu topladığı
deniz kabukları
ve gitmeli saçları uçuşarak rüzgârda,
kurduğu sofrayı sevgilisine,
devirmeli denize,
bardağında kalan şarabı dökmeli denize,
ekmeğini balıklara vermeli
ve denize bir damla kan katmalı,
bıçağını dalgalara saplamalı
ve salmalı sulara ayakkabılarını,
yürek, çapa ve haç
ve gitmeli saçları uçuşarak rüzgârda!
Döner gelir sonra.
Ne zaman?
Sorma.
(Ingeborg Bachmann)
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın seçim sürecinde ilk icraatı olarak açıkladığı ve Cumhur İttifakı üyelerince 10 aydır bekletilen Tatlar […]
İBB 9’ncu seçim dönemi ilk oturumu, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden üçüncü kez başarıyla çıkan Başkan Ekrem İmamoğlu tarafından açıldı. […]
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Aras ve yeni seçilen 11 CHP’li ilçe belediye başkanı Anıtkabir’i ziyaret etti. Aras Anıtkabir […]
Gaziemir Belediyesi’nin 20-23 Nisan tarihlerinde düzenleyeceği 26. Gaziemir Ulusal Çocuk Şenliği halk dansları gösterileri, müzikaller, kortej ve konserlere ev sahipliği […]
Sandıklı Belediye Başkanı Adnan Öztaş, Yeni Arıtma Tesisi ve Akin Göleti hakkında açıklamalarda bulundu. Başkan Adnan Öztaş yaptığı açıklamada […]
Nisan ayı meclisinin ilk oturumunda gündem maddeleri gereğince meclis başkanvekilleri, divan kâtipleri, encümen üyeleri ve komisyonlarda yer alacak meclis üyelerinin […]
Kocaeli Merkezinde bulunan çorbacıda çıkan olay sonrası polis gelmişti. Tartışmanın uzamasıyla olay yerine takviye polis gelmiş, gözaltı sırasında zor […]
DEM PARTİ Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Türkiye ve İsrail arasındaki ticaretin yasaklanmasına ilişkin kanun teklifi verdi. İsrail’le […]
Uzay Kampı Türkiye, 17 Nisan’da gerçekleşecek özel bir törenle lansmanını yapacağı Aurora simülatörü ile, çocuklara ve gençlere sunduğu uzay bilimleri […]
Emekli ve doğum yapanlar için ilk adım atıldı Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Bülent Nuri Çavuşoğlu, uygun şartları taşıyan […]
17 Nis 2024 0
Eylül Aşkın Türkiye Haber Portalı’nda hazırlayıp...07 Kas 2021 0
AK Parti Denizli Milletvekili, TBMM Plan ve...24 Nis 2021 0
Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın babası Rüstem Tatar...10 Ara 2020 0
Cumhurbaşkanı Tatar: “Türkiye’nin güçlü...05 Ara 2020 0
—-Birinci Bölümün DEVAMI—-...18 Nis 2024 0
İBB Afet İşleri Dairesi Başkanlığı AKOM verilerine göre, İstanbul’da rüzgarın kuzeyli yönlerden kuvvetlenmesi ile birlikte sıcaklıkların 13-17 derece aralığına gerilemesi […]